Yaşam

Türker Süer: Hem sisteme hem kendinize sadık kalabilir misiniz?

Yönetmen Türker Süer’in ilk uzun metraj filmi “Gecenin Kıyısı”, 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini yaptı.

Dünya prömiyerini 81. Venedik Film Festivali’nin Orizzonti (Ufuklar) bölümünde yapan film, 15 Temmuz darbe girişimini arka planına alarak, Sinan ve Kenan adında iki subay kardeşin bir gecesine odaklanıyor. Filmin başrollerini Ahmet Rıfat Şungar ve Berk Hakman paylaşıyor.

Yönetmen Türker Süer’le 31. Uluslararası Adana Altın Koza’nın Ulusal Yarışması’nda yarışan “Gecenin Kıyısı”nı konuştuk.

Türker Süer

‘TOPLUMSAL MÜCADELELERİ AİLE İÇİNDE DE GÖRÜYORUZ’

“Gecenin Kıyısı” ilk uzun metrajınız. Film nasıl ortaya çıktı, senaryo süreci nasıl gelişti? Bu projeye başlarken sizi en çok etkileyen ne oldu?

Ben Almanya’da doğdum, büyüdüm, orada yaşıyorum ama tabii ki Türkiye’de olanları yakından takip ediyorum. Zaten sürekli buraya geliyorum. Bu son senelerde bendeki izlenimi şöyle oldu: İnsanlarda kutuplaşma ve şüphe oluşmuş. Sanki herkes herkesten şüpheleniyor veya küçük bir hata yaparsan hemen şüpheli duruma düşebiliyorsun. Bu tür şeyleri görünce ‘bunlar niye böyle, neden oluyor’ bunları anlamak istedim. Yola da oradan çıktım. Bunları anlamak için bir film çekmek, bir hikaye anlatmam lazım. Ondan sonra da bu hikayeyi iki kardeş üzerinden anlatacağım diye karar verdim.

Aile hikayeleri çok ilgimi çekiyor. Zaten toplumsal mücadeleleri aile içinde de görüyoruz değil mi? Aile mücadelesi toplumun mücadelesini yansıtıyor, bağlı birbirine. Ben de yola öyle çıktım.

‘DARBE GİRİŞİMİNİ ODAK NOKTASINA TAŞIMAK GAYEM DEĞİL’

Filmde politik bir atmosfer var. 15 Temmuz darbe girişimini filmin arka planına almaya nasıl karar verdiniz? Filmde bu dönemi seçmenizin özel bir nedeni var mıydı?

Hayır, kesinlikle hayır. Bu başlangıçta senaryoda yoktu ama hikaye ilerledikçe eklendi. İnsani trajediyi bir kenara bırakırsak bu tür olaylar dramatik açıdan çok ilginç aslında, ana karakterin dünyasını alt üst ediyor çünkü. Karakterin her şeyi, bütün doğru bildiğini sorgulaması lazım. Bu nedenle dramatik açıdan bana orada öyle bir durum gerekiyordu.

Bizim ana karakterimiz ‘dünya böyle’ diye düşünüyor ve o kadar emin ki kendisinden… O nedenle kendi dünyasını sorgulaması için böyle çok güçlü bir şey olması gerekiyordu. O fikir de oradan girdi açıkçası.

Ancak bu olayı odak noktasına taşımak hiçbir zaman yani benim gayem değil. Zaten arka planda o dönüyor. Tarihsel olayların bireyin hayatına nasıl yansıdığını görebilmek de ilginç oluyor tabii.

Filmde kardeşler arasındaki ilişkide, görev ve aile bağları arasındaki çatışma öne çıkıyor. Bu ikilem nasıl bir dramatik yapı kurmanızı sağladı? Bu tema sizin için kişisel bir anlam taşıyor mu?

Herkesin bir ailesi var. Bunu kendim de izah edemiyorum doğru söylemek gerekirse. Neden bilmiyorum ancak beni kurcalayan bir şey varsa konu hep aileye geliyor. Mesela önceden çektiğim kısa metrajlarda da baba oğul veya iki kardeşin hikayesini anlattı. Bir aşk hikayesi yazmayı çok isterim ama eminim ki öyle başlasam bile bir anda ‘bu karakterler kardeş olsa nasıl olur?’ diye düşünmeye başlar, konuyu tekrar oraya getiririm. Bu durum belki sonradan değişir. Ama demek ki orada beni kurcalayan bir şey var.

‘AHMET RIFAT ŞUNGAR İLE TANIŞTIĞIM AN ONUNLA ÇALIŞMAK İSTEDİĞİMİ BİLİYORDUM’

Oyuncular nasıl seçildi? Ahmet Rıfat Şungar ve Berk Hakman ile çalışma süreciniz nasıldı?

Çok iyi iki cast direktörümüz vardı. Ezgi Baltaş ve Berfin Elif Binbay. Rıfat ile şahsen tanışmıyorduk ama bildiğim ve sevdiğim bir oyuncuydu. Buluştuğum an Rıfat’la çalışmak istediğimi biliyordum. Berk’le de biraz daha sonra buluştuk, tanıştık. Orada da benim için hemen tak etti. İkisi de çok beğendiğim oyuncular ve ikisi bir araya gelince de çok güzel bir kimya tutturdular.

Ahmet Rıfat Şungar ve Berk Hakman’ı düşünüp yazdım derseniz de şaşırmam mesela…

Olurdu değil mi? Ben de öyle düşünüyorum. İkisiyle de çalışmak çok neşeli, çok güzel, çok iyiydi. İkisi de yetenekli oyuncular bence. Ne yapmak istediğimi hemen anlıyorlar. Ayrıca katkıları da oldu tabii, bazen onlar bir şey diyor, bazen onlar oynayınca ben bir şey görüyorum…

Bir subay olan Sinan karakteri üzerinden disiplin ve sadakat temalarını nasıl işlediniz? Bu karakterin hikayede hangi değerleri temsil ettiğini düşünüyorsunuz?

Yazarken hikayede ilgimi çeken şeylerden biri şu oldu; ikisi de aynı toplumda, aynı ülkede yaşıyor. Ama çok farklı davranış biçimleri var burada.

Sinan’dan başlayalım. Sinan şöyle düşünüyor; en iyi asker benim. en iyi oğul benim. Hep en iyisi benim… Kenan’ın tavrı ise isyan. Belki de Kenan, Sinan’dan daha önce bir şeyleri anladı, o nedenle hayal kırıklığına uğradı.

Kenan karakteri, babası asker olmasaydı o da kesinlikle olmazdı. Onun yeri değil orası. Filmde de onun bütün hayatı boyunca bunu hissettim. Bir yerde de “Bütün hayatım yalan, aynı seninki gibi” diyor. Bunu tabii ki seyirci nasıl istiyorsa anlayabilir. Bu filmdeki en sevdiğim cümlelerden bir tanesi.

‘BİR SİSTEME SADIKKEN AYNI ANDA KENDİNE SADIK KALABİLİR MİSİN?’

Çünkü hayatını adadığı bir şeyin öyle olmadığını fark ediyor.

Değil mi? Aynen. Bir yerde mesela bir sistem olsun, bu sistem ordu olabilir, aile olabilir ama bir sisteme sadıkken aynı anda kendine sadık kalabilir misin?” gibi sorular var bu filmde. Bilmiyorum olabilir misin sence? İmkansız gibi değil mi?

Bir sisteme uyacaksan kendinden biraz feragat etmen gerekiyor çünkü.

Bence de kendinden bir şeyler bırakıyorsun. Hatta filmde bir sahne vardı, kurguda çıkarttık. Çok sevdiğim bir sahneydi. Orada da aynen böyle bir konuşma var. Başçavuş, “Bu üniformayı giydiğin an kendinden bir şeyler bırakman lazım” diyor.

Kötü bir şey gibi bahsetmiyorum bundan tabii ki. Herkesin kendi tercihi, kendi kararı. İster istemez kendinden bir şey bırakman lazım. Hazır mısın? Veya neyi bırakıyorsun? Belki kendinden çok önemli, seni sen yapan bir şeyi bırakıyorsun…

Filmi izleyen herkesin en çok merak ettiği şeyi soracağım. Filmde Kenan’ın yanı sıra Malatya’ya yargılanmaya götürülen başka askerler de var. O asker kediyi neden öldürdü?

Sence neden öldü?

Bence kendisi komutanlarının yanında daha alt seviyede bir yerde. Bu nedenle gücünü kediye gösterebildi. Bu nedenle öldürdü.

Evet. Yüzde yüz öyle. Türkiye’de gazetelerde ayda en az bir kere böyle bir haber okuyorum. Güçleri anca onlara yetiyor. Yani toplumun bireylere uyguladığı bir var. Baskı, baskı, baskı, baskı, baskı… Daha sonra da herkes gücünün yettiğinden bu baskıyı çıkarmaya çalışıyor… Ama bu bir sendrom bana sorarsan.

‘FİLMDEN SORULARLA ÇIKARLARSA NE MUTLU BANA’

Film, izleyicilere politik ve sosyal açıdan nasıl bir mesaj vermeyi amaçlıyor? Sizce izleyicilerin filmden çıkaracağı en önemli duygu ya da düşünce ne olmalı?

Ben hiç mesaj vermek istemiyorum. Filmden sorularla veya düşünerek çıkabilirler. Belki tuhaf olacak ama kendi hayatlarını düşünerek çıkarlarsa veya kendilerine ‘bu hayatta insan olmak ne demek?’ diye sorarlarsa ne mutlu bana.

Mesela bir kitap okuyorsunuz. O kitap bambaşka bir yerden ve bambaşka kişilerden bahsediyor ama sende öyle bir his yaratıyor ki “aslında bu kitap benim hayatımdan bahsediyor” diyorsun. Eğer ben de öyle bir şey yaratırsam şahane. Çünkü filmi seyirci tamamlar. Her şey ortaya koyulmuyor. Bu nedenle de herkes başka bir filmi seyretmiş oluyor günün sonunda.

‘OLANLARI DOĞRU TEMSİL ETMEK İSTEDİM’

Filmde kullanılan görsel dil ve sinematografik tercihler nasıl şekillendi? Dönemi ve karakterlerin iç çatışmalarını yansıtmak için hangi estetik yaklaşımları kullandınız?

Dışarıda olan şeyleri tabii ki hem takip ettiğim için biliyorum hem de araştırdım. Uzmanlarla konuştuk, mesela emekli albaylarla falan. Türkiye’de herkes askeri hayatı az çok biliyor. O nedenle olanları doğru bir şekilde temsil etmek istedim.

Ancak bir yandan da kendimi kısıtlamak istemiyordum. Sonuçta bir film yapıyoruz, belgesel değil. Onun için bazı şeyleri değiştirdik tabii ki. Yoksa hikayeyi anlatamazdım.

Uzaktan çektik ama çok yakın planda çektik çünkü karakterlerin yüzlerinde ne oluyor görülsün istedim. İnsanın yüzü bana çok ilginç geliyor, saatlerce seyredebiliyorum.

Filmin çekim sürecinde sizi en çok zorlayan veya beklenmedik şekilde gelişen bir olay oldu mu?

Benim ilk uzun metrajım olduğu için tabii ki zorluklar oldu ancak bu zorluklar herhalde her film çekiminde yaşanıyordur. Uzun metraj, sadece uzun bir kısa film değil. Bedensel olarak bayağı zor. Uyuyamıyorsun ya da iki saat uyuyorsun.

Şöyle de tuhaf bir şey vardı; her sabah boş ellerle gidiyorum sete. Bugün belli sahneleri çekeceğiz biliyorum ama henüz ortada bir şey yok. Boş ellerle gidiyor ve deniyorsun. Görüntü yönetmenimizle her şeyi konuştuk, düşündük, provalar yaptık. Yani hep hazırlıklıydık ancak düşündüğün gibi olmayabiliyor. Veya oyuncunun belki bir fikri olabiliyor. Böylece yavaş yavaş sahne yaşamaya başlıyor.

Zaman o kadar değerli bir şey ki çekimlerde onu da anladım. Zaman uzadıkça giderler de çok artıyor. Bazen de artmıyor çünkü o para yok. Yani o mecburen o sahnenin o an orada bitmesi gerekiyor.

Gelecekte ele almayı planladığınız başka projeler var mı?

Var, çalışıyorum ama daha çok erken aşamada.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

-
Başa dön tuşu
istanbul escort
istanbul escort
istanbul escort